Bunu Risale-i Nur'da, yazarın değil, kitabın kendisi için bizatihi zamanın kutbu denildiğini okuduğumda düşündüm. Büyük eser olma gayretinde olanın, yazarından bağımsız bir kişiliğe bürünmesi şart görünüyor. Homeros'un ilham perisi Muse'lere atıfta bulunduğu gibi, dini eserlerin bilhassa kriptik olmayı seven kimisi de Allah'ın ilhamına atıfta bulunuyor.
Buna olur veya olmaz diyebilecek değilim. Ancak kendi eliyle yazdığını, bu Allah katındandır diyerek az bir ücrete satan kimselerden olma riski varsa, yazdığının yükünü omzunda taşımanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Yazdığı kitaba Allah'ın ilhamıyla yazılmıştır demek ve bu sayede itibar aramak, trafik polisi kırmızı ışıktan çevirdiğinde ben başbakanın oğluyum demeye benziyor. Başbakanın oğlu olmayı hakeden adamın zaten kırmızı ışıkta geçmeyeceğine, geçerse de bu yaptığının böyle bir itibarı olmayan kimseden bir farkı olmadığına inanıyorum. Edep sahibi kişi, yanlış yaptığında ben falancanın oğluyum demek yerine, hatasının faturasını yüklenebilendir. O sebeple ilham varmış, yokmuş; metni ve yazarı incelerken gerçek bir fark yaratmaz. İnsan ilahi ilhamla yazsa da, bu ilhamdan başkalarına bahsetmesi şart değildir.
Vahiyle ilhamın arasındaki fark da bu olmalıdır. Vahiy kendisinden bahsedilmesini şart koşar. Bunun için de kişiye Cibril-i Emin vasıtasıyla, reddedemeyeceği bir şekilde geliyor olmalıdır. Kitab-ı Mecid'in ben ilhamla yazıldım değil, ben Allah'ın sözüyüm demesinde de bu fark vardır. Kitap, bir yazarın arada ilhamla yazdığı değil, kendisine geleni etrafına okuduğu bir kitaptır.
Yeri gelmişken ilk ayet oku, eline birkaç kitap al da oku değil, etrafına bunları oku anlamına gelir ama ne hikmetse ayetten bahsedenlerin çoğu Kur'an'dan başka her şeyi oku demeye getirirler.
Şahsen, ilhamlı kitapların hiçbirinde aklıma gem vuracak bir değer görmedim. Faydalanmış olabilirim, yine de bunun sınırlı olduğunu da biliyorum; Kitab'a bakıp secde eden başım, bu kitaplara bakıp hmm, olabilir ama olmayabilir de diyor sadece.