Friday, October 28, 2011

Wishful Sinking

Bu yazıyı depremin ertesi günü yazdım. Internetten uzak durmaya çalıştığım için hemen yayınlanmadı. Sağını solunu düzeltmeden yolluyorum.

Ne olacağını söyleyeyim. Türkler yardımların PKK tarafından çalındığını, Kürtler de devletin kendilerine yeterli yardım yapmadığını iddia edecek.

Güven yok çünkü. Bunu anlamadığınız sürece insanların olayları nasıl yorumladığını keşfetmek mümkün değil. Bir insanlık faciası karşısında bile neden saçma ayrıntılara saplandıklarını anlamak.

Hep yapageldiğimiz gibi Türkler ve Kürtler ve diğer insanlar hakkında kerameti kendinden menkul önermeler üreteceğiz. Bu insanların gerçekte iyi olduklarını kafamızda kurgulayacağız ve şaşıracağız, neden böyle davranıyorlar.

Wishful thinking, temenniyi düşünceyle karıştırmaya gavurun verdiği isim. Temennimiz depremin barışa vesile olması olabilir, benim de öyle, ancak bu temenniyi gerçekle değiş tokuş etmek anlamına gelmez. Bu depremin Türklerin ve Kürtlerin beraber yaşadığı son deprem olabileceğini farketmek gerekir. Bölünme izlerinin derinleştiği bir zamandayız ve bölünmenin bebek bezi yardımıyla veya ne sonuçlara yol açacağı bilinmeyen, buyrun evimize gelin kampanyalarıyla düzelmeyeceği bir noktadayız. Kardeşlik ve barış, sözde güzel duran ama iki cephenin de kendine göre anladığı kavramlar. Türklerin barışı, Kürtlerin barışıyla aynı değil; bunu anlamak neden bu kadar zor, onu bilmiyorum.

Kardeşimin nüfus cüzdanında iki senedir Van kaydı mevcut. Eşinin ailesini severim. Deprem evimde olmuş gibi. Gitmek istediğimde biz de bir şey yapamıyor dedikleri için duruyorum. Bir Türk olarak nihayetinde PKK'nın eline de geçse yardım etmekten uzak duracak değilim. Yine de konuyu nasıl görmek istiyorsa, o şekilde anlatanları da ciddiye alamıyorum.

Kendisinin de Kürt olduğundan bahseden başka bir tanıdığım, Vanlıların PKK'yı desteklediğini, onların da askerlerimizi öldürdüğünü, bu felaketi hakettiklerini anlatıyordu. Bu kadıncağız dayısının oğlunu kaybetmiş savaşta. İnsanın bayrağı ve vatanı için ölebileceğini söyledi.

Hangi bayrak, hangi vatan?

100 senelik Türklük doktrinin insanımızı getirdiği yer, kalplerdeki nefret tohumlarının depremle bile sarsılmayacak kadar büyümesi. Gönüller birleştiğinde sair noktalar önemsizdir ve yine gönüller ayrıldığında sair noktaların anlamı yoktur. Bizim Kürtlerle gönlümüz ayrıldı. Görünen vadede huzur yok.

Kötü Dünyada İyi Kalmak

Eğer düşüncemi teksif etmek istediğim bir yer varsa, o da bu mesele. Dünyanın iyiliği veya kötülüğü konusunda bir genelleme anlamsız ama kötü olabileceğini kabul edip, kötülük içinde nasıl iyi kalınacağını düşünmek makul.

İyiliği herhangi bir ahlak doktrinine, güce, sanata, bilime endeksleyip, bunun üzerinde konuşmak istemiyorum. İyilik bunların hepsinin ötesinde, belki hepsinden ve diğerlerinden miktar miktar içermesi gereken, ancak hiçbirine eşit olmayan bir kavram. İnsanın iyiliğini kendi bulması gerekiyor.

Kötülük de aynı şekilde. Doktriner ahlak size doğru söylemenizi söyler ama insan doğru söyleyerek de kötü olabilir, iyi olmak ve kalabilmek için bir ölçüde güçlü olmak gerekir ama güç aynı zamanda kişinin kendine ve başkalarına karşı kötülüğünü de getirir. Sanat ve bilim iyilik için de, kötülük için de kullanılabilir, akıl, bilgi ve zeka hakeza.

Otomatik bir formülü olduğuna inanmıyorum. İnsanın hayatına ve karşılaştığı meselelere dair bir duruş geliştirmesi gerekir, bunu başkasına havale edemez, kötü bir dünyada iyi olmak hayatın özüdür.

Mekan Algısı

İnsanların mekan algısı çok değişik, birbirinden farklı. Sadece çevresini, eşyaları, şehrin gördüğü kısmını bilen insanla, bir haritaya bakmış ve mesela Bursa'nın İstanbul'un güneyinde olduğunu bilen insan aynı mekan algısına sahip değil.

Mekan algısının bu derece farklı olduğu insanlarda, iletişimin nasıl gerçekleştiği bana her zaman fantastik gelmiştir. Annanneme Bursa'ya gidiyorum dediğimde ne düşünüyor? Aklında neresi var? Veya benim Bursa'da yaşadığımı bilen ve coğrafi bir haritadaki yeri dışında bir fikri olmayan birinin algılaması nasıl gerçekleşiyor?

Bu soruları analoji yoluyla çözmeyi seviyorum. Annanneme Bursa dediğimde, yaşadığı şehre benzer bir yer geliyor olmalı aklına, sokağına benzer bir sokak, evine benzer bir ev; coğrafya bilgisi olan arkadaşımsa şehri haritadaki bir nokta gibi algılıyor olabilir, soyutlama dediğimiz şey de çok defa başka kavramlarla açıklama değil mi? Şehri bir yuvarlakla gösterirsen, bunların arasına çizgi çekip yol olduğunu düşünebilirsin. İnsanları noktayla gösterirsen, aynı çizgiler tanışıp tanışmadıklarını gösterir. Mesele sadece bir gösterim meselesi, ne kadar da abartıyorlar.

Monday, October 17, 2011

Diken İçinde Şeker

Uzanmamı istedin. Hayalimde bir diken. Hatırladıkça duyduğum acı, bir diken. Yaklaşmaya korkuyordum.

Elini uzatmanı istedim.

Evet. Top gibi, her tarafından irili ufaklı iğnelerin fırladığı bir top. Elime aldım.

Acıdı mı?

Dayanamıyordum. Sanki yakacak. Elimde yuvarlanıyordu ve acı veriyordu.

Tutamadın mı?

Her hatırladığımda verdiği acı gibi. Her adını duyduğumda verdiği acı gibi. Elimin kanadığını gördüm. Sonra seni hatırladım, söylediklerini…

O dikeni sıkmanı söylemiştim, elinle o balonu patlatmanı.

Elimi sıkmaya başlayınca gözümden yaş geldi. Bütün ömrümün sızıları, uzaklaşmaya çalıştığım bütün acılar oradaydı. Aynı anda yüzlerce film, her filmin en acıklı sahnesini seyreder gibi. Ağladım.

Ağlamasan da rahatlayacaktın.

Rahatlamak için değildi. Acıdan ağladım. Sonra patladı. İçinden karamel çıkacağını söylemiştin. O pahalı çikolata gibi.

Ne çıktı?

Bilmiyorum. Elimdeki yaralar bir anda iyi oldu. Sızıları duymaz oldum. Bir rahatlamaydı ama içinden çıkan şeker değildi, şeker idiyse de aşk değildi bu.

Aşk?

Aşka ulaşacağımı düşünmüştüm. Acıların ortasında aşk. Dikenin ortasında şeker gibi.

Evet, aslında kastım oydu.

Olmadı. Tuzlu bir su hatırlıyorum sadece. Tuz tadı. O da elimden değil, herhalde gözyaşlarımdan.

Elin ne oldu?

Sıvı siyahtı, erimiş çikolata gibiydi. Ağzıma götürmeye korktum. Ağlamam durdu, o bana yetmişti.

Diken tekrar büyüyecek.

Bir daha elime almak istemiyorum.

Saturday, October 15, 2011

Fotoğraf

Imag0138

Kelime fotoğrafı kıskanır, fotoğraf kelimeyi. Ne senin kadar açabildim, ne senin kadar gizleyebildim.

Friday, October 14, 2011

Güzel Geceler

Güzel geceler serildi üzerime. Ruhuma yakışanı yaptım. Ayaklarıma baktım, parmakları yoktu. Beynimde cirit atan çoktu.

Yazı denemesi babından konuşuyoruz. Hayat denemesi babından yaşayanların yazdığı ancak bu kadar.