Bay Mehmet Gülyazılı yirmi yıldır her girişinde itinayla atladığı eşiğe yine basmadı. Apartmanın sararmış lacivert renkli kapısında kravatlı halinin geçerken görünmesinden aldığı haz uğruna öğretmenliğe devam ettiğini düşündü. Düşünceler yarım kaldı.
Kapıyı sekiz yaşındaki kızı açtı. Babasının yüzünde doğduğundan beri seyrettiği ifadeye alışıktı ve yaşıtı kızların ekseriyeti gibi babasının boynuna sarıldı. Mehmet bey pantalonu kırışmasın diye çömelmedi, eğilerek kızını kucağına aldı.
Karısı sofrayı kurmakla meşguldü. Kravatına doğru bir hamle yapıp yatak odasına yollandı. Geldiğinde sofra hazırlanmış, birkaç saat sonra unutacağı yemekler sofrada yerini almıştı. Pek konuşmadan yemeklerini yediler, karısı bugün biraz daha durgun gibiydi ama Mehmet bey önemli bir şey olduysa nasılsa ağzını açar deyip üstüne gitmedi.
Ferhat nerde? diye bir cümle kurdu ama cevabını her akşamki cevaplardan biliyordu. Okuldadır, geç çıkacağını söyledi.
Nasıl okulmuş bu, geceyarısına kadar sürüyor.
Yemekten sonra televizyonun karşısına geçti, bir bacağını çekip sabahtan beri öğretmenler odasında seyrettiği haberleri yeniden seyretti, ağzı gözü oynayan spikerlerin elinde psikolojik yönlendirmeye maruz kaldı ama zihni artık yönlendirme kabul etmeyecek kadar katılaştığından etkilenmedi. Oğlu geldiğinde saat onu geçmiş, çayını içmiş, kanallar arasında gezinmekle meşguldü. Ona bir an kim bu adam der gibi baktı, oğlu da babasına yine mi bu adam der gibi baktı, sonra gelip koltuğun birine kendini bıraktı.
Mehmet bey koltuğunda uyuklamaya başladığında mutfakta dizi seyretmekte olan karısı gelip yatağa götürdü.
Dümdüz bir yol. Bu yolda yürüyorum. Simsiyah asfalt sanki benim için atılmış. Yolun iki yanında tarlalar. Ufka kadar uzanan sapsarı başaklar rüzgarda salınıyor. Bu yol da, bu başaklar da benimmiş. Seyrederek gidiyorum. Yerde bir piyango bileti görüyorum. Elime alıyorum, numarası ezberimde: 478733. İşte bu bilet, hayatımı değiştiren bilet, hepsini bu bilete borçluyum. Tüm bu tarlalar…
Mehmet bey rüyadan uyandığında numarayı hatırlıyordu. Kalkıp ceketinin cebindeki defterine rüyayı yazdı ve numaranın altını kırmızı kalemle çizdi. Bu yazdığının ne işe yaracağını düşünecek kadar ayık değildi.
Sabah kalktığında rüyayı unutmuştu. Akşama kadar da hatırlamadı. Akşam eve döndüğünde bir arkadaşının telefonu lazım oldu ve onu ararken yazdığı rüya aklına geldi. Numara hala kafasında parlıyordu.
Gece aynı rüyayı bir defa daha gördü.
Bu sefer bir patikada yürüyor, yürürken yerde banknotlar buluyor, hepsinin numarasının aynı olduğunu görüyordu. 478733. Sevinmesi gereken bir rüya olduğu halde sırılsıklam uyandı. Numarayı not etmesine gerek yoktu, kafasında banknotlar uçuşuyordu.
Yataktan çıkmadı ama uyuyamadı da. Şimdiye kadar gördüğü en ışıklı rüya sayılabilirdi. Mehmet bey rüya görmediğini söyleyen insanlardan biriydi. Demek böyle oluyormuş. İnsan tüm günü rüyası izin verdiğince yaşayıp, o izin verdiğince görüyormuş.
Ertesi gün adımını her attığında rüyasını hatırladı. Patika aklına geliyordu, banknotların serili olduğu, renkleri, yapraklar gibi serilmiş olmaları. Belki bir para ağacından dökülmüştü hepsi, kafasını kaldırıp yukarı bakmadığı için görememişti.
Evin kapısından girerken ayağı eşiğe takıldı. Sendeledi ama farkedecek halde değildi. Aklı patikada parada ve ormandaydı.
Kapının karşısında ne için olduğunu bilmeden bekledi. Hangi kapının önünde olduğunu bilmiyordu. Kapının üstündeki elektrik sayacı numarasına baktı, baktı. Numara farklıydı ama o an kendisine kazanacak bileti bildiği bir piyangonun yaklaşmakta olduğunu farketti. Elini plakaya doğru uzatıp kabartma rakamların üstünde gezdirdi.
Gerisin geri biraz önce dolmuştan indiği durağın karşısındaki büfeye doğru hızlıca yürümeye başladı. Büfeci sabahları üç beş kelam ettiği tanıdıklarındandı. Selamsız sabahsız kafasını camdan içeri uzatıp, bana piyango bileti lazım dedi.
Büfeci şaşırdı ama bozuntuya vermedi, tezgahın altından bir deste çıkarıp yarım mı, çeyrek mi dedi sadece.
O değil, ben belli bir bileti arıyorum.
Nasıl belli?
Nefes almadan adamın suratına hırladı: 478733 numaralı bilet.
Adamın şaşkınlığı bu sefer belirgindi. Bakalım aabi, belki burdadır dedi ama Mehmet beyde bir tuhaflık olduğunu sezmişti.
Deste üçerli beşerli ardışık biletlerden oluşmuştu. Mehmet bey hepsini inceledi, hayır, aradığını bulamıyor ve bulamadığı her bilette o bilete daha da yaklaştığını hissediyordu.
Desteyi bitirdikten sonra eve dönmedi. Bir otobüse binip okulun civarındaki meşhur bayie gitmeye karar verdi. Otobüs eve geldiği zamanlardakinin aksine hemen geldi. Biner binmez telefonu çalmaya başladı, karısı arıyordu.
Mehmet bey eve geç giden erkeklerden değildi, nadiren işi uzar, onda da karısını arayıp haber verirdi. Kadın merak etmekte haklıydı ama Mehmet beyin ona vereceği normal bir cevabı yoktu.
Açıp piyango bileti aramaya gidiyorum diyecek hali yoktu ya. Bir yalan aradı, uzun zamandır karısına yalan söylemesi gerekmemişti, en son arkadaşlarıyla iki tek atmaya çıkarken birinin hastalandığını uydurmuştu. O da üç dört ay önceydi.
Yine aynısını söyle.
Hemen açıverdi telefonu, kem kümden sonra Hikmet hastalanmış, onu görmeye gidiyorum, seni arayacaktım, unutmuşum dedi. Kadın haa, hıı, biz yemek yiyoruz o zaman, selam söyle, nesi varmış falan diye devam edecek oldu ama Mehmet beyin telefonu bipleyerek kapandı. İlk defa telefonun tam yerinde kapanmasına seviniyordu.
Durağa geldiğinde otobüs gıcırtılarla durdu ve Mehmet bey yaşından kendisinin de beklemediği bir atiklikle büfeye doğru koştu. Yaptığı işin ne kadar mantıksız olduğunu söyleyen bir his vardı içinde ama ona kulak vermek istemiyor, susturmak için koşmaya çalışıyordu.
Bayiye vardığında birkaç kişiyi beklemesi gerekti. Bayide çalışan bir öğrencisi onu tanıdı, hocam buyrun dedi, şimdi bir de oğlana açıklamak gerekecekti durumu. Vazgeçti, ben bir bilet alacaktım. Çeyrek, yarım, tam? diye sordu çocuk. Ben bir numaralara bakıyım dedi Mehmet bey, güzel bir şey olsun istiyorum.
Çocuk adamın ne dediğini anlamadı, alışık olduğu bir istek değildi ama öğretmenine karşı gelmek de istemedi. İçeri buyrun hocam dedi sırıtarak. Mehmet bey içeri girdi, kirden rengi değişmiş plastik bir tabureye ilişip eline tutuşturulan bir tomar bilete bakmaya başladı. Sadece 47 ile başlayanları aradı, dört tane rastladı ama onların da devamı tutmadı.
Çocuğa tomarı geri uzatırken yok dedi, güzel bir şey bulamadım. Çocuk bir yandan bir müşteriye sigara uzatırken, bir yandan da tomarı almaya çalıştı ama biletleri kavrayamadığından bazısı yere döküldü. Mehmet bey bir an yerde gördüklerinin rüyasındaki banknotlar olduğunu sandı, işte orada, hepsi benim. Toplamak için yere eğildiğinde aldığı birinin tam da aradığı numarayı taşıdığını gördüğündeyse daha da şaşırdı, ah işte bu.
Çocuk adamın söylediklerine şaşırmamaya başlamıştı. Tüm gün rastlayabildiği ve susmayı çok erken öğrendiği tuhaflıklara benziyordu adamın durumu. Adamın elinde tuttuğu çeyrek bilete baktı, diğerlerinden herhangi bir güzelliğini göremedi ama bunu sormak için cesareti yoktu.
Biletin parasını ödeyip, özenle cüzdanına yerleştirdi. Şimdi mutlu adımlarla evine dönebilir, çekilişi bekleyebilir ve rüyasında gördüğü tüm o bahçeleri ve tarlaları alabilirdi.
Geldiği gibi otobüse bindi, karısı kapıyı açıp Hikmet'in durumunu sorduğunda bir şeyler geveledi. Soğumuş yemekten biraz yedi ve televizyonun karşısına geçti. Bir piyango reklamı gördüğünde aldığı bilet aklına geldi, onu okşamak, hohlayıp hatırını sormak istedi. Kalkıp pantalonun cebinden cüzdanını getirdi. Bileti çıkarıp ışığa tuttu.
Vay anasını.
Bu… bilet… sahte. Çocuk kendisine başka bir bilet vermiş olmalıydı. Vay hain piç. Bilete tekrar baktı, 4'le bile başlamıyordu.
Yerinden hızlıca kalkıp kapıya doğru gitti ama karısının koridorun diğer ucundan çıkıvermesiyle nerede olduğunu hatırladı. Ne oldu? dedi kadın, yok bir şey dedi, elindeki bileti sallıyordu. Kadın aa, bilet mi aldın, yoksa bir şey mi çıktı? diye uzandı. Adam, yok, yok, daha çekilmedi, sahte bu bilet. Kadın daha da meraklanmıştı, kocasının piyango bileti adeti olduğunu yeni farkediyordu, bir sahte bilet de bir an çok çekici gelmişti.
Ver bi bakıyım, çocuklar gelin babanız sahte piyango bileti almış. dedi. Kızı sekerek, oğlu yürüyerek geldi. Sahte bilet bir anda evin gündemine girmişti işte.
Yok, ben gidip değiştiriyim dedi adam, hemen gidersem bulurum satıcıyı. Kızı başını yana kırıp babaaa deyince, kadın da bu saatte mi? demeye cesaret buldu. Mehmet bey kuşatılmıştı. Nerden aldın baba? dedi oğlu, büfeden, okulun ordaki dedi adam, ben gidiyim diyecek oldu ama saatine bakınca büfenin çoktan kapanmış olduğuna kendi de ikna oldu.
Yarın değiştiririm o zaman. Kızı bir kez daha babaaa deyince